Dün Salt Galata’da gezinirken tanıtım ekranında bu resmi gördüğümde, resme karşı inanılmaz bir çekim hissettim. Bu bir sergi tanıtımıydı ve şansa bakın ki gösterim tarihi 6 Mart’a uzatılmıştı. Böylece katılma şansı buldum.
Serginin ve bu otoportrenin sahibi, Türkiye’nin ilk kadın illüstratörü olan Sabiha Rüştü Bozcalı (1904-1998). Sadece bunu öğrenmem bile heyecanlanmama yetti ve sergide ne var, ne yok her şeyi incelemeye başladım.
Kendisi Dahiliye Nazırı Memduh Paşa’nın sanatla uğraşan kızı Handan Hanım ile Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Paşa’nın oğlu Amiral Rüştü Paşa’nın ikinci çocuğuydu ve annesinin teşvikiyle beş yaşında resim eğitimine başladı.
İlk olarak ressam ve müze müdürü Ali Sami Boyar’dan dersler aldı. 15 yaşından sonra eğitimine Berlin’de Lovis Corinth'nin atölyesinde, Münih'te Karl Kaspar'ın atölyesinde, Paris'te Paul Signac'ın atölyesinde ve Roma'da Severini, Massimo Campigli'nin atölyelerinde Giorgio di Chirico'yla çalışarak devam etti. Pablo Picasso, Fahrünnisa Zeyd, Namık İsmail gibi büyük isimlerle dostluk kurdu.
Bütün bu deneyimler ve bilgi birikimiyle Türkiye’ye döndükten sonra bir çok aydın gibi Atatürk’ün ölümünden etkilenerek Halk Evleri’nin bir programına katıldı. Program aracılığıyla Zonguldak’a gönderilen Bozcalı, oradaki fabrikaları, bunların getirdiği endüstriyel değişimi ve insanlar üzerideki etkilerini incelemeye çalıştı.
1946 yılında ise TEKEL ve Yapı Kredi Bankası’nda yaptığı çalışmalarla reklamcılık alanındaki yaratıcılığını sergiledi. Özellikle tanıtım bültenlerine uygun şekilde çizdiği resimler büyük beğeni topladı.
“GAZETE RESSAMI”
1949 yılında ise Peyami Safa’nın “Ben bir kadınla çalışmam!”
diye diretmesine rağmen Milliyet gazetesinde önce illüstrator, daha sonra baş
ressam olarak çalışmaya başladı. Eserleri o kadar çok beğenildi ki, 1953
yılından sonra Yeni Sabah, Hergün, Havadis, Cumhuriyet ve Tercüman
gazetelerinde de illustratörlük yaptı.
Gazete ressamlığının yanı sıra La Fontaine Masalları, Reşat
Ekrem’in İstanbul Ansiklopedisi gibi pek çok ansiklopedi ve kitapları resmeden
kişi oldu.
Ressamlık dışında çok güzel akordeon çalıyordu ve o dönem
kadınında bu pek sık rastlanan bir şey değildi.
“Siyah ve beyazın farkını anlamayan resimden anlamaz,” diyen
ve aynı zamanda resmin omurgasının desen olduğunu ifade eden Bozcalı onlarca
sayıda kara kalem, yağlı boya ve sulu boya tablosu da yaptı.
Sabiha Rüştü Bozcalı’nın hayatını ve eserlerinin tamamını
inceleyip sergiden çıktıktan sonra beni saran tek düşünce, başarı ve yeteneğin
karşısında hiçbir şeyin duramıyor oluşuydu. Günümüzde bile böyle bir konuma
gelmek bir kadın olarak kolay olmamasına rağmen, Sabiha Rüştü’nün yaşadığı sert
ve acımasız dönemin tüm engellerini aşıp Türkiye tarihine birçok açıdan ışık
tutan bir kadın olabilmesi beni o kadar etkiledi ki neredeyse kendime kızdım.
En çok etkilendiği şeylerden bir diğeri ise, yurt dışında
ders aldığı ressamların Sabiha Rüştü’nün ailesine gönderdiği mektuplarda uzun
uzun yazdığı övgülerdi. Bu övgüler yıllar sonra bir başka kişi için bile gurur
verici olabiliyor. Kendisi bu gururu sadece kendi dönemine ve kendi ailesine değil,
günümüzde de yaşatabilmiş ve adını unutturmamış bir kadın.
0 yorum:
Yorum Gönder